Futbol, Karadeniz’de tutkuyla sevilir. Hamsinin, mısır ekmeğinin, kemençenin, horonun yanı başında yer bulur her zaman kendine. Bahçede fındık toplayan kadın da gönlünde bir takım yaşatır; evinden adım atamayan, dizleri tutmayan yaşlı da içinde bir futbolcu gizler. Böylesine aşkla sevilen futbolun bölgedeki geçmişi 20. yüzyılın ilk çeyreğine değin uzanır. Gürcistan’dan gelen futbol takımları, “Kafkas Karması” oluşturarak Trabzon’da ki takımlarla maç yaparlar. İzleyenleri kendine bağlayan futbol, Karadeniz’in diğer kentlerinde de hızla yayılır.
Ordulular, futbolun büyüsüne çabucak kapılan Karadeniz insanlarıdır. Ordulu gençler, kentin hemen her düzlüğünde Ruslardan aldıkları toplarla boy göstermeye başlarlar. Kısa sürede rakip takımlar ortaya çıkar ve şehrin terzilerine diktirdikleri renkli formalarla karşı karşıya gelip halk arasında günlerce konuşulacak, heyecanlı iddialara yol açacak maçlar yaparlar. Öyle ki kadınlar da sağdan soldan duydukları bu “top oyunu”nu izlemek için futbol alanlarına gelirler.
1920’li yıllardaki heyecanlı karşılaşmaları izleyerek büyüyenlerden biri de Ordulu kasap Mihail’in oğlu Haris’ti. Mihail, protestan Rumlardandı ve mübadeleden muaftı. Bu nedenle Ordu’dan ayrılmamıştı. 1919’da doğan Haris, evlerinin birkaç sokak ötesindeki Millet Düzü’nde, üzerlerindeki formayı bir üniformaymışçasına giyen ve cakayla şut çekenlere özenerek topa vurmayı, çalım atmayı öğrendi. Bıyıklarının yeni yeni terlediği günlerde atletizm alanındaki yeteneği öğretmenlerinin dikkatini çekti. Bölgede 100 ve 400 metre koşularında birinciliği kimseye kaptırmıyordu. Ancak onun aklı hep futboldaydı ve Gençler Yurdu Kulübü’nün oyuncusu olmayı istiyordu. Haris çok geçmeden bu isteğine kavuştu. Birkaç maç sonra, futbol yeteneğinin atletizmdeki başarısını gölgede bırakacağı anlaşıldı. O artık rakip takım “İdman Yurdu”nun kale direklerini bir şutla deviren, ağları yırtan bir futbolcuydu. Halk bu futbolcuya hayrandı; caddelerde parmakla gösteriliyordu.